Cesetler, geometrik bir düzende yerleştirilmişti; yere serilen bembeyaz örtülerin üstüne her bir vücudun dikkatle yerleştirildiği görülüyordu. Her bir cesedin soldan yedinci parmağı cerrahi bir hassasiyetle kesilmişti. Parmaklar ortalıkta yoktu. Kurbanlardan biri, bağın sahibi Ahmet Nergis idi. Geri kalanı ise bağda çalışan genç işçilerdi.
Olay yerine gelen başkomiser Toprak Korkmaz ve yardımcısı Yusuf ile defa böyle bir katliama şahit oluyorlardı. Kurbanların yüzlerinde hiçbir ifade yoktu, hepsinin yüzüne kırmızı bir boyayla “7” yazılmış, gözleri kapalıydı. Hepsi o kadar zarifçe ölmüş gözüküyordu ki…
Tuvaller ve Taşlar
Soruşturma ilerledikçe bu cinayetlerin rastgele olmadığı ortaya çıktı. Kurbanların hepsi yedi yıl önceki sonbahar hasadı için hazırlanan, “Bağda Hayat” adlı bir açık hava sergisine dahildi. Serginin küratörü, bölgenin tanınmış çağdaş sanatçılarından biri olan ve “R.” olarak tanınan bir adamdı. R. sadece monogramıyla tanınır, yüzünü asla göstermezdi.
R.’nin sergide hazırladığı en dikkat çeken çalışma “Denge” isimli bir heykel çalışmasıydı. Yedi parçalı, büyük taşlardan oluşan, sonsuzluk işareti şeklinde dizilmiş bir kompozisyon. Şimdi o taşlar kurbanların cansız bedenleriyle süslenmişti.
Toprak ve Yusuf, ilk anda R.’den şüphelesende de adamın avukatlarının R.’nin İzmir’de başka bir sergide olduğunu videolar ile kanıtlamalarından dolayı bırakmak zorunda kalmışlardı. Ancak R.’nin yedi rakamına takıntılı olduğu açıktı. Yedi renkli kumaş, yedi büyük taş… ve bir röportajda söylediği sarf ettiği şu cümle:
“Her sanat yedinci vuruşta tamamlanır. Aksi hâlde, sadece bir taslaktır.”
Boşlukta Bir İsim
Dedektifler, araştırmaları sırasında bağda çalışan Cemre isimli bir kadına takılmıştı. Cemre sessiz sakin bir figür olarak soruşturmanın başında çok dikkat edilmeyen kişilerdendi. Ancak kimlik bilgileri kontrol edildiğinde veritabanında böyle bir kişinin olmadığı, kimliğin 5 yıl önce ölen genç bir kadına ait olduğunu fark ettiler. Cemre’yi aramaya çalıştılar, göz altı kararı çıkartıldı ama sanki Cemre yer yarılmış da içine girmiş gibiydi.
Çalışanlardan Cemre’nin sürekli bağın altında yeni açılan mahzene, gittiğini öğrenen dedektifler kontrol amaçlı mahzene, gittiğinde sadece eski fıçı kalıntıları, tamamlanmamış birkaç tablo ve sıraya dizilmiş yedi manken buldular. Mankenlerin elleri kesikti. Vücutları kırmızıya boyanmıştı. Birinin alnında ise kazınmış bir kelime vardı: “Hazırlık.”
İkinci Hasat
Tam her şey sakinleşmişti ki, ikinci dalga geldi. Bu kez İzmir’de, bir sanat galerisinin açılışında, küratör, iki sanatçı, üç koleksiyoner ve bir temizlik görevlisi olmak üzere yedi kişi zehirlenerek öldürülmüştü. Galerinin ortasında, tıpkı bağdaki gibi bir mesaj bırakılmıştı: “İşte yedi tamam.”
Kurbanların elleri yine aynıydı: yedinci parmak yoktu. Hepsi açılış öncesi R. tarafından seçilmiş kişilerdi. Ancak dedektifler R.’ye ulaşamadan avukatları geliyor ve gücü kötüye kullanma davasıyla tehdit ediyorlardı. Her şey onun ismiyle bağdaşıyordu ama delil, somut olarak ona ulaşmıyordu. Sanki R. yerine bu cinayetleri sergileyen biri vardı. Veya, R. sanıldığı kadar masum değildi.
Bağın Sonu
Toprak ve Yusuf, olayları R. üzerinden çözmeye çalışırken, Cemre tekrar gündeme geldi. Gerçek kimliğini bulmuşlardı, Cemre’nin asıl adı Asya’ydı. Daha da önemlisi gizli tutulmuş belgelerde, Asya’nın R.’nin gayrimeşru çocuğu olduğu ve annesinin “Bağda Hayat” isimli eski bir performans sırasında hayatını kaybettiği öğrenildi. O performans, halktan uzak bir grup sanatçı tarafından yedi bölümde tasarlanmıştı. R., yedinci bölümde kadını su dolu bir odaya hapsetmiş, performans istenilen gibi gitmeyince kadın hayatını kaybetmişti.
Yani, yedi sayısına bağlı bu cinayetler zinciri, bir sanat eseri değil, bir intikamdı.
Yedi, aslında Asya idi.
Sanatın karanlıkta kalan, unutturulan yüzüydü. Her ölüm babasının bir eserine karşılıktı. Yedi kurban, yedi tamamlanmamış hesap.
Finalde, Asya, son “eserini” hazırlamıştı: R.’yi kendi yaptığı taştan bir heykelin içine hapsetmiş, üzerine yalnızca tek bir kelime kazımıştı: “Katil.”
Asya son eserinin önünde durup kahkaha atıyordu. Delirmişti. Babasından intikamını almış, annesinin kanını yerde bırakmamıştı.
Toprak, ona kelepçe takıp karakola götürürken bile, o hiç durmadan kahkaha atmaya devam ediyordu.
Sanat ve Suç Arasında
Olaylar kapatıldı, kurbanlar gömüldü. Urla’nın bağları yeniden o hoş sessizliğine kavuştu. Ama Toprak hâlâ geceleri Asya’nın kahkahalarına uyanıyor, elini açıp parmaklarını sayma zorunluluğu hissediyordu.
Bir.
İki.
Üç.
Dört.
Beş.
Altı.
Yedi.
Her parmak, bir hayat. Her eksik parmak, bir manifesto. Peki her manifesto, kanla yazılmışsa hala sanat mıdır? Yoksa suç mu, sadece suç?
Yorumlar
Yorum Gönder
Lütfen nezaket kuralları çerçevesinde yorum yapınız!