Yazan: Tasraf Yılkan & F.Celali
İnsanlık tarihi boyunca ahlak, toplumların taşıyıcı kolonlarından biri olmuştur. Avcı-toplayıcı dönemden, günümüzün modern yaşamına kadar her dönemde, her toplumda ve her coğrafyada kaçınılmaz olarak belirli ahlak anlayışları var olmuş ve var olmaktadır. Bu ahlak anlayışlarından bazıları istisnai olarak diğerlerinden önemli farklılıklar gösterse de, çoğu ahlak anlayışının temel bazı kurallarının; diğer coğrafyalardaki, dönemlerdeki veya toplumlardaki ahlak anlayışları ile büyük benzerlikler taşıdıklarını görebiliriz. Örneğin; başka bir insanı öldürmek, hırsızlık yapmak gibi bazı durumlar çoğu zaman ahlaki değildir. Bunu şu şekilde ele alabiliriz. İnsan hayatta kalabilmek için bir miktar egoist olmalıdır. Şayet eğer kendi çıkarını gözetmezse kısa sürede açlıktan ölecektir. Bununla birlikte insan, sosyal bir hayvandır. Yaşamını sürdürebilmek için diğer insanlara ihtiyaç duyar. İşte bu noktada insanların sadece kendi çıkarını gözetmeyi bırakıp birlikte yaşamlarını sürdürebilmeleri için ahlak ortaya çıkmıştır.
Tekrardan cinayet örneğini ele alacak olursak; bir insanı öldürmek ahlaki değildir çünkü eğer bu duruma göz yumulursa, ölen kişinin yakınları intikam almak isteyecek ve devamında topluluğun birliği bozulacaktır. Yine benzer bir şekilde; bir insanın, başka bir insanın malını çalması topluluk içinde kavgalara ve nihayetinde birliğin bozulmasına sebep olacaktır. Bir topluluğun birliğinin bozulması, o topluluğu dış tehditlere karşı savunmasız hale getirecektir. Bu sebepten dolayı bu gibi durumlara müsamaha gösterilmez ve failler cezalandırılır. Bu da bize evrimsel ahlakın utilitarist (yararcı) bir yapıda olduğunu gösterir; evrimsel ahlakta, bir şeyin ahlak dışı olmasının sebebi genelde o şeyin toplum yapısına zarar veriyor oluşudur. Benzer davranışları diğer hayvanlarda da gözlemlemekteyiz. Örneğin, bazı kuş türlerinde; yuva yapmak için başka bir kuşun yuvasından dal çalma durumu yaşanırsa, hırsız olan kuşun türdaşlarınca, dövülmek ve dışlanmak gibi yöntemlerle cezalandırıldığını gözlemleyebiliyoruz. Bahsedilen kuş türlerinde de benzer bir eğilimi görmemizin sebebi yine toplumsal faydaya dayanmaktadır.
İnsan’ın ahlakını açıklamak için evrimsel ahlaka başvurmak makul kabul edilebilecek bir yoldur zira toplumsal düzeni korumak ve hayatta kalmak gibi çok temel insani güdülere atıfta bulunulur. Ahlaki eğilimleri açıklamakla beraber bize ahlaki buyruk vermekten çok aciz bir kavramdır. Yani kimseye ne yapması gerektiğini söyleyemez çünkü ölmek neden kötüdür sorusuna cevap vermez sadece ölmemeye çalıştığın için bunları yapıyorsun gibi bir açıklama yapar. İlahi buyruklarla kıyaslanmaması gerektiği gibi onlarla ters düşmek zorunda da değildir. Bazı teistik açıklamaları destekleyici nitelikte de olabilir.
Dünyada kabul görmüş ana akım bütün dinlerde; farklı isimlerle, insanların içinde belli bir ahlak kurallarının kodlandığına ve bunun Ulu Tanrı’nın bir lütfu olduğuna benzer anlatılar vardır. Bu bizim evrimsel kökenlerimizden geldiğini düşündüğümüz ahlaki eğilimlerimizle tamamen benzer bir anlatıdır. Sonuçta evrimi reddetmeyen dini anlatılarda bu Tanrı’nın eliyle olan bir süreçtir. Bu bakış açısıyla bakarsak Tanrı içimize fıtrat, dharma ya da kutsal yasayı belli bir süreçle içimize yerleştirmiş olabilir. Bu süreç evrim ve dini iç içe alan anlatılarla güçlendirilebilir ve desteklenebilir. Örnek vermek gerekirse: Türkiye’de bu işi genelde Caner Taslaman adlı akademisyen kendi farklı yorumlarıyla yapar. Bir Müslüman Evrimci Olabilir Mi?, Kuantum Teorisi ve Tanrı... gibi kitaplarla günümüz bilim tartışmalarını dini konuları destekleyici olarak kullanır.
Evrimsel ahlak anlatısı belli başlı dini anlatılarla çelişmese de en temel çatışma noktası John Locke’un tabula rasa anlayışıyla olmaktadır. İnsanlığın gelişimi sırasında, faydacı duygularla, biricik insanın canını ve bazen de topluluk yaşantısını korumak için oluşturduğu savunma mekanizmalarını yıllar boyunca biriktirip devam ettirdiğini ve bunun hala ahlakımıza etkilerini yansıttığını savunan bir anlatı, insanın doğduğunda bomboş olduğu ve içine bilgi eklenmesi gereken bir zemin olduğu görüşüyle tabii ki çelişir.
Doğuştan bazı ahlaki eğilimlerimiz olduğunu doğrulayabilmek için bebekler üzerinde yapılmış bir deneyi inceleyebiliriz. Deney üç senaryodan oluşuyor:
İlk Senaryo
Bir kutuyu açmaya çalışan bir kukla var, kutuyu açmaya yardım etmeye çalışan ve açamasın diye kapatmaya çalışan bir kukla var. Bebeklerin büyük bir çoğunluğu yardım etmeye çalışan kuklayı seçiyor.
İkinci Senaryo
Üç tane kukla kendi aralarında top oynarken bir kukla gelip topu çalıp kaçar. Sonra aynı kukla kutuyu açmaya çalışırken bir kukla engeller bir kukla da yardım eder. Bebekler burada kötü kuklaya engel olan kuklayı seçerek cezalandırma eğilimi de gösterir.
Üçüncü Senaryo
Bebeklere iki farklı yemek seçme hakkı veriliyor ve bebekler onlarla aynı yemeği seçen kuklayı seçiyor. Bu kukla daha önceki senaryodaki kötü olan kukla dahi olsa yüzde 87 oranında kötü olan kukla seçiliyor.
6 ve 10 aylık bebeklerle yapılan bu deneydeki sonuçlar doğuştan bazı ahlaki eğilimlerimiz olduğunu gösterir çünkü deney grubu sürekli değişerek farklı yıllarda da tekrarlanan bu ünlü deneydeki katılımcılardan hiçbiri ahlaki öğrenme yaşına gelmemiştir sadece içgüdüleriyle hareket etmişlerdir. Bu içgüdülerinde de her senaryoda evrimsel ahlakı görmekteyiz.
İkinci senaryodaki kötü olanı cezalandırma eğilimi insanlığın başından beri toplumla birlikte yaşamanın ve bu düzeni ,kendi yaşamı için, korumanın gereksiniminin içimizde bir yerlerde bize verdiği dürtü olabilir, zira yaşadığımız komüne zarar verici eylemde bulunan kişiyi bir şekilde saf dışı bırakmamız gerekiyor.
Üçüncü senaryodaki sonuçlar daha da çarpıcı gözüküyor. İkinci senaryoda cezalandırılmasına razı olunan kuklayı sırf onla aynı yemeği seçtiği için yani ona benzer özellikler gösterdiği için seçiyor. Yani kendi komünümüz içinde cezalandırdığımız kişiyi başka gruplardaki kişiye tercih ediyoruz. İnsanoğlunun en temel hayatta kalma dürtülerini bu küçük bebeklerin üzerinde fark etmemiz mümkün. En temelinde benim klanımdan, benim soyumdan, benim ırkımdan ve ben bu kişiyi yabancıların en iyisine karşı tercih ediyorum çünkü hayatta kalmak için daha güvenilir duruyor, çünkü atalarım da tarih boyu aynı gruptan olanla güçlü bağlar kurdu çünkü böylece hayatta kalma şansları arttı. Gurbetçilerin yurt dışında Türk mahallesi kurması ve farklı insanların olduğu bir yerde daha güvenilir gözüken kendi milletinden insanlarla evlenmesi de bu duruma örnek verilebilir.
Sonuç olarak, insanların farklı coğrafyalarda veya zamanlarda yaşıyor olmalarına rağmen benzer ahlaki eğilimler göstermektedir. Bu benzer eğilimlerin gelişiminde insanlığın evrimsel geçmişi önemli bir rol oynamaktadır ve ortaya çıkmasının en önemli sebebi toplumların sürdürülebilmesidir. Bahsedilen eğilimlere geneline evrimsel ahlak adı verilir. Evrimsel ahlak, insanlardaki bu eğilimlerin amacını açıklamasının yanında ahlaki buyruk veremez. Evrimsel ahlaka teistik bir açıyla yaklaşacak olursak, fıtrat mefhumu ile çatışmamakta ve destekleyici özellikler taşımaktadır. Felsefi açıdan bakacak olursak evrimsel ahlak, John Locke’un tabula rasa anlayışıyla ters düşmektedir zira tabula rasa anlayışının aksine doğuştan boş bir levha olmadığımızı, evrimsel bazı eğilimler ve kuralları barındırdığımızı vurgulamaktadır. Bebekler üzerinde yapılan kukla deneyleri de, insanın doğuştan bazı ahlaki eğilimleri olduğunu kanıtlamaktadır.
Kaynakça:
"Fıtrat." İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı, https://islamansiklopedisi.org.tr/fitrat. Erişim tarihi: 5 Nisan 2025.
Yılmaz, M. (2020). "Dhammapada ve Budizm’in Ahlaki Öğretileri". DergiPark, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1151236. Erişim tarihi: 5 Nisan 2025.
Hamlin, J. K., Wynn, K., & Bloom, P. (2007). Moral judgment and action in preverbal infants and toddlers: Evidence for an innate moral core. Nature, 450(7169), 557-560. https://doi.org/10.1038/nature06288 Erişim tarihi: 5 Nisan 2025.